29 Ocak 2018 Pazartesi

Sergio Leone'nun destansı başyapıtı ve belgeseli


Bir Zamanlar Sergio Leone belgeselini sonunda Türkçe'ye çevirdim.

Kuşkusuz ki Bir Zamanlar Amerika büyük bir prodüksiyon ile çekilen, ancak buna karşın piyasanın dışında kalan bir filmdir. Bu durumu, filmin yapım sürecinde ve sonrasında yaşanan talihsizliklerden de anlayabiliriz. Filmin, stüdyosu tarafından kesilip biçilmesi, zaman akışının bozulup kronolojik sıraya göre yeniden kurgulanması ve bununla da kalmayıp, zaman kalmadığı gerekçesiyle Ennio Morricone'nun müziklerinin filme eklenmemiş bir şekilde yayımlanması sanat dünyasına dair büyük skandallardan biridir.

Sergio Leone, aslında ham uzunluğu 10 saat olan bu filmi, iki tane üçer saatlik bölüm olmak üzere toplamda altı saatlik bir uzunluğa düşürüp yayımlamayı planlıyormuş. Aslına bakılacak olursa, bu daha önce hiç rastlanmamış bir durum değildi; 1976 yılında Bernardo Bertolucci'nin Novecento filmi de Part I ve Part II şeklinde yayımlanmıştı. Hatta daha yakın bir tarihten, 2000'lerden bir örnek vereyim: Quentin Tarantino'nun Kill Bill filmi de Part I ve Part II şeklinde yayımlandı. Ancak Leone'nun bu fikri yapımcılar tarafından kabul görmeyince, filmi 3 saat 49 dakika'ya indirmek zorunda kaldı. Tabii bununla da kalınmadı, daha sonra da film 2 saate kadar indirilip kronolojik sıralamaya göre yeniden kurgulandı. Anlayacağınız "Bir Zamanlar Amerika"nın başına gelmeyen kalmadı.

15 Ocak 2018 Pazartesi

Sessizliğin sınırlarında gezinirken

Flickr: https://flic.kr/p/22pHV61

Bugün, Işık Ergüden'in Sessizliğin Anarşisi adlı yapıtı üzerine bir şeyler yazmak istedim. Daha önce de, "Y Tu Mamá También (2001) filmi hakkındaki düşüncelerim" başlıklı yazımda, bu eserden bir alıntı yapmıştım. Dilerseniz o yazımı da okuyabilirsiniz. Şimdi "Sessizliğin Anarşisi"ne geçelim.

"Umut bizi sürekli yanıltan bir şarlatandır. Benim için mutluluk da onu yitirdiğimde başladı. Dante'nin cehennem'in kapısına yazdığı şu dizeyi ben olsam, cennetin kapısına yazardım:
"Buraya girerken, tüm umutlarınızı terkediniz." " [1]

Theodor W. Adorno, Minima Moralia adlı yapıtının "sunuş" kısmında şöyle der: "Yaşama bakışımız, artık yaşam olmadığı gerçeğini gizleyen bir ideolojiye dönüşmüştür." [2]

Hakikaten, her birimiz, yani tüm insanlar, tek bir ideoloji çatısı altında birleşiriz: "Bir yaşamım var" ideolojisinde. Doğruya doğru demek lazım, yaşam denen şey elbette vardır; ancak, "yaşamım", "yaşamımız" diyebileceğimiz bir şey yoktur ortada artık. Buna karşın, bir imkansızlığın bilincinde olan insan, sonsuz bir kabullenmeyle birlikte yine de yazar; "kendi paradoksu"na rağmen, ümitsizliğinin ışığında yazmaya devam eder. Ümitsizlik ve kabullenme ise, yerini zamanla bir ağıda bırakır. Fakat, her kabulleniş, bir benimseme anlamına da gelmez. Ve ağıt, ancak negatif bir çaba içinde olanlarla buluştuğu zaman kendi anlamını bulur.