12 Nisan 2019 Cuma

Céline Röportajı: Yazma uğraşı Röportaj (1958) Metin

The Ferryman, Camille Corot
Youtube'da geçenlerde engellenen Türkçe çevirisini yaptığım Louis-Ferdinand Céline röportajı videosunu burada ayrıca yazılı metin olarak da paylaşıyorum.
Doktor Destouches ya da yazın dünyasındaki bilinen adıyla Céline, kullandığı dil ve üslup nedeniyle kimi edebiyatçılarca kıyasıya eleştirilen ve kimilerince de göklere çıkarılan bir yazar olmuştur. Celine, 1958 yılında kendi evinde André Parinaud'a verdiği bu röportajda, yazma işine nasıl giriştiğini anlatıyor; doktorluk mesleğini sürdürürken, neden günün birinde yazmaya karar verdiğini, yazı yazarken aslında neyi amaçladığını ve genel olarak yazı yazma süreci ile alakalı olan bu tür soruları yanıtlıyor.


Şu anda L.F. Céline'nin evindeyiz; yemek odası olarak kullandığı odadayız. Aynı zamanda da burada çalışıyorsunuz, öyle değil mi L.F. Céline?
Evet, burada çalışıyorum, doğru.

Bu, sizin çalışma masanız mı?
Bu, benim çalışma tezgâhım. Kâğıt parçalarımı birbiri ardına burada topluyorum. Birçoğunu bu masanın altında derliyorum. Çünkü çoğu kayıp.

Neden bir "çalışma tezgâhı" olduğunu söylediniz? Kendinizi bir zanaatkâr olarak mı görüyorsunuz?
Evet, hakikaten öyle görüyorum.

Neden yazıyorsunuz?
Geçimimi sağlamak için yazıyorum. Ki bu çok zor. Çünkü müşterilerimi kaçırmıştım.

Fakat, her zaman geçiminizi sağlayabilmek için yazmış olamazsınız ki. Çok çok uzun bir dönem doktorluk yaptınız. Doktorluk yaptığınız sıralarda; bir gün geldi; ve yazmaya mı karar verdiniz? Nasıl oldu bu?
Kendime bir ev alabilmek için yazmaya karar vermiştim. Çünkü bir evim yoktu. Ve hayatımın bir döneminde, kiralar yüzünden büyük zorluklar yaşadım. Ve bir evim olsaydı, kira ödemek zorunda kalmayacaktım. Ve bu güzel olurdu.

Yani yalnızca bu nedenden dolayı mı günün birinde beyaz kağıtlara şöyle bir bakmaya karar verdiniz?
Açıkçası; öyle çok hissetmedim. Yazma eylemini oldukça gülünç bulurum. Yazar bir adamı, kimsenin istemediği türden hikayeler anlatan gülünç bir kişilik olarak görürüm. Çok hayalperest bir kişilik olarak. Ve daha iyi bir yaşam kurabileceğimi keşfettim. Aynı zamanda yazar olmanın hayatı imkânsız bir hale getirdiğini de keşfettim. Ve o günden beri... [Papağana bakar] İyi mi o?

Papağanınıza mı bakıyorsunuz?
Evet, kaçıp gitmesinden korkuyorum.

Bu zayıf hayvanlar bunun için uygun değildirler zaten.
Yok, yok, zaten kaçmayacak onu izliyoruz. Her neyse, insanların beni Doktor Destouches olarak tanımaya başladığı gün yazma uğraşının artık hayatı imkânsız hale getirdiğini anladım.

İyi ama madem öyleyse, oldukça basit kitaplar da yazabilirdiniz. Belki de böylelikle çok daha fazla satardılar; yine de, oldukça dehşet kitaplar yazıyorsunuz. Çoğu zaman, yaşadığınız olayları, yakından bildiğiniz şeyleri konu ettiniz; ve tüm kitaplarınızda belli bir mantık mevcut. Tüm nazınıza rağmen, bu kesin şeyler edebiyat alanında rakipsiz bir üsluba sahip olduğunuzu kanıtlıyor.
Bu da demek oluyor ki, genç insanlar gibi değilim. Onlar her şeye dokunurlar. Ve böylece her şey havada kalır. Gençliğin en büyük hatası budur; ve görünen o ki, gençlik berbat durumda. Ben de pek çok şeye dokunurum; ancak dokunduğum şeyleri yarım bırakmam. Yani demek istediğim, edebiyata böyle başladım. Ki bu sözcük, kendi başına gülünçtür. Ve öyle sanıyorum ki, edebiyat geçerli değildi; hatta "Yolculuk" da bile. Farkında olmadan belli biçimleri kabul ettim. Az çok eski edebiyatı andırıyordu. Ben de şüphesiz ki ayrı bir yol çizebilmek için üç noktalarla bu işe giriştim. 

Yazma amacınız nedir? Deneyimlerinizi aktarmak mı?
Beyefendi, açık konuşmak gerekirse umurumda değil bu. Çünkü tecrübe, loş ışık yayan bir lambadır ve yalnızca onu taşıyanı aydınlatır. Bu nedenle de, başkalarının işine yaramaz zaten.

Peki ya duygu aktarımı?
Hmm... hayır, bunu kâğıtlarla yapabilmek pek zor olsa gerek... Gördüğünüz gibi; kâğıt bir mezar taşıdır; yazar burada yatmaktadır. Ve gerçekten de cansızdır. Öyle değil mi? Bu uğraş, kâğıtlarla pek de mümkün değildir.

Edebiyata dair bakış açınızı anlamak için sormalıyım, meslektaşlarınız ile ilgili düşünceleriniz nedir?
Hiçbir şey... Hepsi de iyi insanlardır... İyi insanlar... ya da değiller... kopyalar... Ben yalnızca üslupla ilgilenirim. Sadece üslup sahibi olanlarla... Üslupları yok. Ya da Le Bourget... Veya Anatole France gibi eski yolları izleyen üsluplar.

O zaman üslup meselesi hakkında sizi daha iyi anlayabilmek için size bazı isimleri soralım. Örneğin; Mauriac'ın üslubu nasıl sizce?
Okul müdürü tarzı. Siyasette ve diğer pek çok şeyde kötü.

Peki ya Jean Giono?
Bilmiyorum... değersiz... Önemsiz olduğunu söyleyebilirim.

Montherland?
Değersiz... Değersiz diyebilirim.

Peki, size göre hangileri değerli? Hangilerinin bir üslubu var?
Mesela ilgimi çekenlerden örnek vereyim; Ramuz diyebilirim. Paul Morand ve Barbusse. Yani konuşma diliyle yazanlar. Bu yol, yazma uğraşı için çok daha çağdaş bir yol gibi gelirdi bana. Bu aralar parlak, renkli ve duygusal yönden rahatsız bir dönemdeyiz. Tıpkı tüm dönemler gibi ama... Bu dönüm noktasında daha fazla gibi.

Daha fazla mı?
Daha fazla varlar... Ötekiler... Aşıranlar.

Temalara ya da büyük konu başlıklarına göre yazıyor musunuz?
Bu mimari ile ilgili bir şey. Mimarlık, tüm sanatlar için alfa ilkedir. Sağlam bir ev inşa etmeliyiz. Yani kapılarıyla, camlarıyla, çatısıyla, bacasıyla; ve sonra da insanın içeri girebilmesi için bir anahtar. Evi gezdirirsin, evi görmüş olurlar, beğenirler, şaşırırlar ya da hiçbir şey olmaz. Ve sonra dışarı çıkarsın, kapıyı da arkandan kapatırsın ve iş tamamdır.
Çeviren: Mehmet Gündoğdu
avuntusaati@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder