3 Nisan 2020 Cuma

Hannah Arendt Kötülüğün Sıradanlığını anlatıyor Türkçe Altyazılı

Margarethe von Trotta'nın 2012'de çektiği ve Siyaset bilimci Hannah Arendt'ın yaşamını konu alan Hannah Arendt filminden Kötülüğün Sıradanlığı (the Banality of Evil) ile ilgili bir sahneyi Türkçeye çevirdim. YouTube'un Altyazı ayarlarından Türkçeyi seçmeyi unutmayın. İyi seyirler.

Türkçeye Çeviren: Mehmet Gündoğdu

Hiç değilse yalnız bugün için sigara içmeme müsaade edersiniz. New Yorker dergisi, beni, Adolf Eichmann davası üstüne bir rapor yazmak için gönderdiği vakit, öyle zannederdim ki, bütün salon yalnız tek bir konuyla ilgileniyor olacaktı. Yani, adaletin gereğinin yerine getirilmesiyle. Bu, öyle basit bir vazife değildi. Çünkü Eichmann'ı yargılayan mahkeme, hukuk kitaplarında yer almayan bir suçla ve Nürnberg mahkemelerinden evvel de eşi benzeri pek görülmemiş türden bir suçluyla karşı karşıyaydı. Ancak yine de, mahkeme, Eichmann'ı, yaptığı eylediği işlerden ötürü yargılanıyor diye tanımlamak zorundaydı. Yargılamada ise hiçbir sistem yoktu. Ne tarihî, ne de doktrinsel herhangi bir yöntem. Antisemitizm dahi yoktu. Yalnızca bir tek kişi bulunuyordu. Nazi suçlusu Eichmann gibi birine dair esas mesele ise, sanki cezalandırılacak veyahut da affedilecek kimse asla yokmuş gibi, kendine ilişkin her vasfiyetten vazgeçmekte ısrar ediyor olmasıydı. Pek çok kez de itiraz etti. Makamların ona yönelttiği iddialara karşılık, asla kendi inisiyatifi dahilinde bir şey yapmadığını söyledi. O, iyi ya da kötü bir amaç gütmeksizin, sadece verilmiş olan emirleri uygulamıştı. İşte bu tipik Nazi mazereti, yeryüzündeki bütün büyük kötülüklerin, pek bir öneme sahip olmayan insanlar tarafından işlendiğini gözler önüne seriyordu. Ne şeytani bir amacı bulunan, ne kanıları olan, ne de fena bir yüreğe sahip olan insanlardı bunlar. Onlar yalnızca birey olmayı reddeden insanlardı. İşte bu olguya da ben kötülüğün sıradanlığı derim.
Arendt hanım. Münakaşaya dair en mühim bölümden kaçınıyorsunuz. Liderleri eğer iş birliği etmeseydi, çok daha az Yahudi ölüyor olurdu diye iddia ediyordunuz.
Bu konu mahkemede karşımıza çıktı. Ben de bunu rapor ettim. Eichmann'ın etkinliklerine direkt olarak katılmış olan Yahudi liderlerin rolünü ortaya koymak zorunda da kaldım.
Yıkıma uğramalarından dolayı da Yahudileri suçluyorsunuz.
Hiçbir zaman Yahudileri suçlamadım! Direniş olanaksızdı. Ancak, bir ihtimal de olsa, direniş ile birlik arasında belli bir bağlantı da vardı. Ve bu manada diyebileceğim yegâne şey de belki de kimi Yahudi liderlerin farklı biçimlerde davranmış olabileceği idi. Bu tür şeyleri sorgulamak da hayati derecede mühimdi. Zira Yahudi liderlerinin bu rolü, hürmete değer Avrupa cemiyeti üzerinde Nazilerin yaratmış olduğu bu ahlaksal çöküntünün tamamına ilişkin en dikkat çekici anlayışı da beraberinde getiriyordu. Yalnızca Almanya'da da değildir bu, neredeyse her ülkededir. Sadece zulmedenler arasında da değildir. Ayrıca, mağdurlar arasında da bulunur. Evet.
Bütün zulümler Yahudilere yönelikti. Niçin Eichmann'ın suçlarını İnsanlığa karşı suçlar olarak tanımlarsınız peki?
Çünkü Yahudiler insan olduğu için. Naziler her ne kadar yadsımaya çalışsalar bile durum aşikârdı. Dolayısıyla, onlara karşı işlenen bir suç da insanlığa karşı işlenen bir suçtu. Ben de, pek tabii, bildiğiniz gibi, bir Yahudiyim. Ve kendi halkını küçümseyen ve Nazileri savunan bir Yahudi gibi suçlanıp saldırıya uğruyorum. Böyle bir argüman olası dahi değildir. Bu, insan itibarına yöneltilmiş bir suikasttır. Eichmann'ın savunan tek bir şey yazmadım. Ancak, bu adamın şok edici bayağılığı ile onun insanı sarsan eylemleri arasında bağlantı kurmaya çalıştım. Anlamaya çalışmak da affetmekten farklı bir olaydır. Onu anlamak, benim için, bir sorumluluktur. Onu anlamak, bu konuda kalem oynatma cesareti gösteren herkes için de bir sorumluluktur. Sokrates ve Platon'dan beri, düşünmek dediğimiz şeye genelde şöyle diyoruz: "İnsanın, benliği ile kendisi arasında girdiği sükût dolu diyaloga bağlanışı." Eichmann, birey olmayı reddettiği için, o biricik olan ve de en belirleyici olan insani niteliğinden de tamamıyla feragat etmiş olmuştu. Yani, düşünebilme niteliğinden vazgeçmişti. Nihayetinde ise, artık ahlaki kararlar alabilme melekesinden de yoksundu. İşte bu düşünce yoksunluğu da bir yığın sıradan insanın devasa büyüklüklerde ve daha önce de eşi benzerine hiç rastlanmamış bir şekilde kötülükler yapabilmelerine olanak sağladı. Doğrudur bu. Bu soruları felsefi bir açıdan ele aldım. Düşünce rüzgârlarının zuhuru, bilgide değil, doğruyu yanlıştan ve güzeli çirkinden ayırt edebilme yeteneğinde kendini açığa vurur. Ve öyle de umut ediyorum ki, düşünmek, şu çetin zamanlarda, ara ara yüzleşilen bu felaketlerin önüne geçebilmeleri için, insanlara güç verir. Teşekkürler.

Türkçe Altyazılı Videosu

Mehmet Gündoğdu
avuntusaati@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder